13 Ocak 2024 Cumartesi

Spartathlon 2023 Yarış Raporu - İkincisi neden daha zor?

 

       Fotoğraf Osman Erkan - Leonidas'ın heykeli ve ikinci kez Spartathlon'un bitişi. 

Geçen sene ilk kez Spartathlon'u bitirdikten sonra bir süre sakatlıklar ile boğuşmak zorunda kaldım. Sol bilekte 2017 Kapadokya Ultra'dan kalma olan sakatlık yine nüksetmişti. Neredeyse 15 gün ara vermeme rağmen geçmeyince, kendisi de ultra marathon koştuğu için uzun mesafe koşucularının halinden anlayan Prof.Dr.Sezgin Sarban'a gittim. Düz tabanlıktan dolayı kullanmam gereken tabanlık ile beraber artık parmak aralarımı açacak olan silikon ayrıştırıcı ile geniş burunlu ayakkabı kullanmamı önerdi. Bu şekilde ağırlığı yayarak sakatlık ihtimalini azaltacaktım. Önümde henüz hedef yoktu ama bir 24 saat yarışına veya Spartathlon kurasına yeniden katılacağımdan sağlıklı bir şekilde antrenmanlara başlamak istiyordum.

Spartathlon yarışını hatırlatmak gerekirse, Yunanistan’ın Atina şehrinden başlayıp Sparta şehrinde sona eren, 75 kontrol noktası (CP) olan 246 km’lik bir yol yarışı. Zorluğu ise 36 saat içinde kontrol noktalarının her birinin arasını belli bir zaman aralığında almanız gerekiyor. Yarış, tarihçi Herodot'un yazdığına göre Perslerin Atina kıyılarına dayanması nedeniyle Milattan önce 490 yılında, Atinalıların Pheidippides'i Sparta şehrine gönderip Sparta Kralı Leonidas'tan yardım istemesine dayanıyor. Pheidippides gün ağarırken yola çıkıp ertesi gün güneş batmadan Sparta'ya ulaşıp mesajı iletiyor. 1982 yılında da İngiliz Subay John Foden Yunan tarihi okurken bu kısımdan etkilenip Oxford Üniversitesi’nden tarihçilerle olması gereken rotayı çıkartıp arkadaşları ile deneme koşusu yapıyor. Foden bunu denemese, yıllarca Herodot da ne sallamış kardeşim, kimse o kadar koşmaz, ancak ata biner gider diye konuşulacaktı. Oysa genelde eğitimli atların bile günde 70-80km koşabildiği yazılıyor. Foden sayesinde 1983'den beri Spartathlon, yaklaşık 400 üst düzey koşucunun 246 km’yi 36 saat sınırı içinde koşmak zorunda olduğu bir yarış haline geldi. Detay için geçen seneki yarış raporuma buradan ulaşabilirsiniz.

 

Atina'dan Sparta'ya olan bu çizgiyi koşacaksın ya, bir şey değil

Ekim 2022'de biraz dinlendikten sonra Kasım ve Aralık ayların yukarıda bahsettiğim bilekteki sakatlık ile geçti. Sonrasında ise sağ kasığımda, koşu sonrası ağrı olmaya başladı. Uzun zamandır koşanlar antrenman yapamamanın moral bozukluğunu iyi bilir. Koşamadığınız için hep performansınızın eskisi gibi olmayacağı kaygısı yaşarsınız. Kasıktaki ağrı yüzünden 15 gün ara vermek zorunda kalınca ben de çok şey kaybedeceğim korkusunu yaşadım. Neyseki bir 15 gün içinde eski rutinime dönmüştüm fakat düzenli antrenman yapamadığım en az bir 3 ay oldu. 

Bu ayların acısını çıkartma planlarını yaparken, ülkemizdeki deprem felaketi ile gerçekten de daha fazla antrenman yaptım. Nedeni de koşunun stresi azaltmadaki etkisinden daha fazla faydalanmaktı. İstanbul'da yaşadığımız için koşarak durum değerlendirmesi yapma ve bir yandan da riski nasıl azaltırım acaba kurtuluş yolu var mı diyerek antrenman sayımı yeniden haftada 6 güne çıkarttım. Bir günü vücut için dinlenme zamanı olarak ayırıyordum. Çünkü hafta içleri yarı maraton hafta sonu da bir gün maraton koşuyordum. Hatta bazen 7 gün koşup sonra sakatlık olur mu diye düşünmedim değil. 

İki kez üst üste Spartathlon yarışının çıkmayacağını da düşünerek Ocak sonu Fransa'daki bir 220km yol yarışına kayıt olmuştum. Neticede  Spartathlon'a 2020'de ilk kez başvurduğumda bana çıkmamıştı. Araya pandemi girmişti ve ancak 2022'de kurada yedekten çıkabilmişti.

Sabah mı gece mi anlayamazsınız ama sabah karanlığında koşu

 Hazırlık Dönemi

Mart ayında Spartathlon kuraları çekildiğinde listede ismimim yer aldığını gördüm. Geçen sene yarışta yer alan Hilmi ve Vesile'ye de şans yine gülmüştü. Hilmi'ye üçüncü kez çıktığı için ne şanslı çocuk dediğimi hatırlıyorum. (Çocuk yerine başka bir şey de demiş olabilirim tabi :) ) Diğer sevindirici bir haber ise Aykut Çelikbaş'ın kardeşi Aytuğ Çelikbaş ve Prof. Dr. Sezgin Sarban'da listeye girmişti. Hepsi tanıdığım insanlar olduğu için Türk takımı olarak Türkiye'yi iyi temsil edeceğimizi düşündüm. En sonunda Aykut ve Aytuğ ile de yarışa beraber katılacaktık. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar sıkı bir şekilde sabah 5.30 ve 7.30 arası antrenman yaptım. İş ve aile varken iyi bir uyku düzeni ile antrenman yapmak imkansız oluyor. Seçimler ikinci tura kaldığında, ne yazık ki Spartathlon'a da hazırlık olacağını düşündüğüm Fransa'daki yarış, benim için iptal oldu çünkü seçimlerde sandık görevlisiydim. Zaten eksik olan görevlileri gördüğüm için son beş seçimde süre gelen Sultanbeyli'deki sandık görevimi ikinci turda da gerçekleştirmek istedim. Seçimlerin gazı ile hafta sonları maraton yerine 50 km ve üstü koşuyordum. Öyle güzel hacim yapmıştım ki Spartathlon eğer Haziran ortası yapılıyor olsa belki daha iyi bir derece alırdım diye hala aklıma gelir. 

Haziran'daki bayram ve Temmuz'daki tatili gece aktivitelerinden dolayı koşu için verimsiz geçti. Her ne kadar zorlu bir yarışa hazırlandığımı söylesem de insanların yarışı ikinci kez koşacağımı bilmeleri ve bana "Ya zaten koştun yine koşarsın ne olacak bizden önemli mi" diye haklı serzenişleriyle, akşamları 22.00'da yatakta olma planları hikaye oldu. Çünkü ben de ailemi ve arkadaşlarımı görmek ve onlarla vakit geçirmek istiyordum. Her zaman olduğu gibi yine öncelikler ve tercihler hayatımızı yönlendiriyordu. Alman disiplini bazen Türk işi oluyordu. Ağustos ayı ise iki seyahat dolayısıyla hedeflediğim gibi geçmedi. Buna ek olarak core antrenmanlar yerlerde sürünüyordu.

Mayıs ayında hafta sonları güzel koşmuştum

Hele Ağustos'un son haftası bisikletten inerken yaşadığım hamstring sakatlığı iki hafta beni yavaşlattı. Zaten yarış Eylül'ün son haftası olacağı için dinlenme dönemi öncesi korkudan vücudumu yıpratan antrenmanlar yapamadım. Bundan dolayı ilk hedef her zaman bitirmek olmalıydı. Aytuğ ile konuştuğumda ise onun 10km üstünü ağrısından dolayı hiç koşamadığını öğrendim. Yarışa katılıp katılmamaya Yunanistan'da karar verecekti. Aykut zaten sakattı ve o da Yunanistan'da karar verecekti. Onlara göre gerçekten çok şanslıydım. 

Geçen sene destekçim olan Mehmet Erkul'un vize durumundan dolayı bu sene gelemeyeceği Eylül başı gibi kesinleşmişti. Ağustos başı Çıralı'da koştuğumu bildiren Instagram gönderisi üzerine Çıralı'da görüştüğüm arkadaşım Osman Erkan, Mehmet gelmezse destek olabileceğini belirtmişti. Hemen onu arayıp teklifinin hala geçerli olup olmadığını sordum ve olumlu cevabını aldım. Şansa bakın ki Instagram gönderisi gerçekten bir işe yaramıştı ve artık bir destekçim vardı. Osman sağ olsun türlü taklarlar atıp gelecekti. 16 yaşındaki oğlum Cenk'i de bu sene yarışa getirmek istiyordum. Cenk'in Osman'a yardım edip hem de yarıştan ilham almasını istemiştim. Çünkü yarışın zorluğu ve koşucuların yaşadıklarından ilham almamak bence imkansız ve ona mutlaka zorlukları aşma, pes etmeme konusunda katkısı olacaktı. (Tabi ben pes etmezsem)

Atina

Yarış haftası Aykut ile otelimize yerleştik. Yine Türkiye Spartathlon tişörtü ve bafları ile Türkiye'yi güzel bir şekilde hatırlatmak istiyorduk. Kerem Yaman’ın tasarladığı, Rota Filo'nun sponsor olduğu Spartathlon Türkiye tişörtünün ana teması bu sene "There are no shortcuts to any place worth going." "Gitmeye değer hiçbir yere kestirme yol yoktur." 'du. Tişörtlerimiz yine çok beğenilmişti. Ne yazık ki her şey iyi gitmeyecekti. Aykut'un sakatlığı onu 100 metre bile koşturmayacak durumdaydı. Spartathlon yarış raporları sayesinde bir çok yabancı sporcunun yarışı bitirmesine katkıda bulunan can dostumun yarışta koşmayacak olması çok can sıkıcı oldu. Aykut, zihinsel olarak bunu atlatıp, destek ekibine geçip, kardeşi Aytuğ'a ve sonrasında takıma destek olmaya karar verdi. İçimde bir burukluk olmuştu. Ertesi gün Aytuğ, Hilmi ve Vesilenin gelmesi ile Aykut'un durumunu kabullenmiş ve yarış havasına girmeye başlamıştık. Spartathon gibi bir yarışı iki sene üst üste koşmanın çok daha zor olacağını ve kendimi motive edecek şeyler bulmak gerektiğini, Aykut birçok kez söylemişti.

Takımda Suna eksik. Soldan sağa, Osman, ben, Hilmi, Vesile, Aytuğ, Cenk, Aykut ve Sezgin Hoca          

Otelde Aykut, Aytuğ'a destek olacağı için onunla aynı odada kalacak, ben de Hilmi ile kalacaktım. Uyumlu bir tip olduğumdan Hilmi ile rahat kalırız diye düşündüm. Tek sorun uykumun hassas olmasıydı. Akşam 22:00'den sonra sifon bile çekilmemesi lazımdı. Biz yerleştikten sonra Perşembe günü gidip yarış numaralarımızı ve üstümüzde taşıyacağımız GPS cihazlarıni almak için sıradayken, Fransa takımından yarışa katılacak olan ama Amerika'da yaşıyan Joffrain, Aykut'un yarış raporları ile hazırlandığını belirtip kendisine teşekkür etti. Beraber bir de hatıra fotoğrafı istedi. Aykut'un bilinirliği Türk olduğumuz için gururumu okşuyordu. Geçen seneden tanıştığımız bazı arkadaşlar ile birlikte 2017 yapımı Ultra adlı belgeseli çeken Balazs Simonyi ile de karşılaştık. Avrupa Film Akademisi tarafından en iyi 15 belgesel film listesine giren, Spartahlon'u ve katılan bazı kişilerin yaşadıklarını anlatan filmi buradan izleyebilirsiniz.

Aynı gün, oğlum Cenk ve arkadaşımız Suna da artık gelmişlerdi. Ekipte tek Osman ve Sezgin hoca eksikti. Onlar da akşam geldi ve tüm Türkiye ekibi tamamlandı. Havanın geçen seneden biraz daha iyi olacağını öğrendiğimizde (ilk gün 34 derece ikinci gün 38 derecelerde olmayacaktı), yaz aylarını iyi değerlendirmediğime pişman oldum.  Yine de ikinci kez bitirip daha iyi bir derece yapmak istiyordum. Heyecan tavan yapmıştı ve bitirmiş olsan bile neden bu yarıştan korktuğumu farkettim. Yarışın uzunluğu ve sıcaklığı ile beraber kendime dayattığım daha iyisini yapma baskısı da korkutuyordu. Daha önce birden fazla koşanların raporunu okuduğumda inanmakta zorlansam da, kendim yaşayınca duygularımı bastırmakta zorlandım. Akşam yemeğinden sonra yataklarımıza geçtiğimizde uyuyamadığımı görüp saat 23.00 civarinda oğlumun kaldığı oteldeki odasına geçtim. Geç de olsa uyudum ama yarıştan iki önceki gece 6 saat uyumam eksi hanesine yazıldı. 

Yarıştan önceki gün kontrol noktasına bırakılacak torbaları hazırlarken
 

Yarıştan Önceki Gün

Sabahtan Hilmi ile beraber kontrol noktalarına bırakacağımız torbaları hazırlamaya başladık. Yenilecek WUP jeller, tozlar, bant, vazelin, reflektör ve kafa lambası gibi alınacakları koyup bir turda üstünden geçtik. Sezgin hoca ile konuştuktan sonra Topo Ultra Fly 4 yerine yarışı Hoka One One 7 ile koşmaya karar verdim. Özel tabanlık yine olacaktı ama en azından parmak açıcı pamuk ve onları değiştirmek ile uğraşmayacaktım. Osman'a vereceklerimi de ayrı bir yere koymuştum. Onu da odada kısaca Osman'a anlattım. Sonrasında bunları teslim etmeye takım halinde gittik. Akşam yemeğini de yedikten sonra artık odalara çekilme vakti gelmişti. 21.00 gibi yataklara girdik çünkü 4.30'da kalkacaktık. 

Ben 22:30'a kadar uyuyamayınca hemen Cenk'in oteline gittim. Ne yazık ki orada da 3 saat uyuyabildim. Geçen seneye göre çok daha az uyumuştum ve bunun ne kadar performansı düşüreceğini kestiremiyordum. Uykusuzluk konusunu düşünmeyip yarışa odaklanmam lazımdı. 

Yarış Günü

Takım olarak güzel bir kahvaltı edip otobüsle gitmek yerine ayrı arabalarla ekip olarak yarış başlangıcına gittik. Şans eseri aynı yere parkedince ekip olarak yarış başlangıcına yer alabildik. Diğer ülkerlerden bildik isimlere yine "See you in Sparta" demiş ve son kez iyi şanslar dilemiştik. Geçen sene yarışı bırakan, (o sırada) dünya 24 saat rekortmeni Camille Herron, Aytuğ ile hemen yanımızdaydı. Zaten bizi Camille ile beraber çektikleri için biz Aytuğ ile Norveç'ten Line Çalışkaner ve Finlandiya'dan Noora Honkala ile fotoğraf çektirdik. İkisi de bu senenin favorilerindendi.

Fotoğraf Sparta Photography Club - Camille Herron ben ve Aytuğ son başlangıçta
 

  Akropolis arkamızda, yarışın geri sayımı ile saat 7.00'da ile Aytuğ'la koşmaya başladık. Yarış başlayana kadar her zaman heyecan tepe noktasında sonrasında ise artık hedefe kitleniyorsunuz. Aşağıya eğimli başlangıçta gaza gelip hızlı koşabiliyorsunuz. Aytuğ ile beraber ilk 10 km'yi koştuk. Hatta Line Çalışkaner'e geçen sene destek veren ve bu sene kendisi de koşan Janne Kvisvik ile sohbet edip, ondan Danimarka'nın Norveç'e göre çok düz olduğunu ve hafif yükseklik kazanımı olan yerlere "Danish Hill" dediklerini öğrendik. Bu sene de hedefim ilk 80K'ya kendimi yıpratmadan gelmekti. Aytuğ ağrı riskine karşın yavaşlayacağını söyledi ve ben aynı hızda devam ettim. Hilmi, Sezgin Hoca ve Vesile nerede bilmiyordum. Vesile'nin renkli kıyafetinden onu hemen ayırt edebilirdiniz zaten ama diğerlerini görmek için daha dikkatli bakmak gerekiyordu. 

                     Fotoğraf Sparta Photography Club - Aytuğ, ben ve  Janne

75 adet kontol noktasının her birinde 1 dakika dursanız zaten 1 saat 15 dakika kaybetmenize rağmen ben durmama riskine girmedim. Bu sefer yarışta geçen seneki gibi öndekiler ile tanışma veya sataşma konusunda emin değildim. Fakat yarış başlayınca yine önümde giden insanlarla konuşmaya başlamıştım. 12 km civarında ileride Hilmi'yi gördüm. Ona bir sürpriz yapmak için yanına gelip, bu seneki yarış şarkım olmasını istediğim Avicii - Levels'ın "Oooo Sometimes I get a good feeling" kısmındaki oooo kısmını bir anda bağırarak Hilmi'ye söyledim. Haliyle ilk önce biraz korkup sonra beni görünce gülümsedi. Muhabbet ederek koşmaya başladık. Biraz ileride geçen sene yarış içerisinde tanıştığım Hollanda’dan katılan Jonathan vardı. Uzun boyu ve beyaz büyük şapkası ile her yerden seçilebiliyordu. Kendimi hatırlatmak için geçen sene gece koşarken seninle magic mushroom konuşması yapmıştık deyince hatırladı. Bu sene daha iyi durumda olduğundan bahsetti. CP'ye girip çıktıktan sonra Jonathan artık bizden öndeydi. 

 Hilmi ile CP'lerde birbirimiz beklemiyorduk ama çıktıktan sonra bir şekilde birbirimize yetişiyorduk. Herhalde artık gözlerimiz birbirimizi arıyordu ve ilk 30 km için hızlarımız uyumluydu ve kendimizi zorlamıyorduk. Güneş bulutlar arkasındaydı ama geçen seneki kadar olmasa da sıcaklık yine yıpratıyordu. Asfalttan gelen bir sıcak hava dalgası vardı. Bundan dolayı hızlanmak ve kendimi 80k'dan önce yıpratmak istemedim. Hilmi de ilk 80 km için CP'ye 8 veya 8.15 arası girmeyi hedeflediğini söyleyince o zaman 80'e kadar beraberiz zaten dedim. Herhalde kendimizi biraz zorlayarak gelsek CP 12'ye 3.35 gibi bir sürede gelebilirdik. Yarıştan önce aslında 27-28 saat gibi süreleri nasıl yapabileceğini Aykut'a da sormuştum ama ne yazık ki antrenman seviyem buna yeterli değildi.  

 
Fotoğraf Cenk Timuralp - Vazelin sürtünen noktaların tek çaresi, ben sürerken Osman su matarasını doldurmuş.  

  Maraton mesafesini geçmiştik ve CP 12 yani 44. km'ye 4 saat 10 dakika gibi bir sürede geldik. Destekçilere izin verilen ilk CP'de Osman, Aykut ve Cenk'ten, ilk önce ayran alıp sonra vazelin sürüp, boyunluk (buz koymak için) ve şapkayı aldım. CP'den çıktıktan bir dakika sonra kola almayı unuttuğum farkedip geri döndüm ama Osman gitmişti. Boşu boşuna vakit kaybetmenin verdiği öfkeyle koşmaya devam ettim. Herhalde 7 dakika civarı kaybetmişimdir ama ileride Hilmi ile yeniden biraraya gelmiştik. Destekçilerin CP'yi hemen terk etmemesi gerekiyor gideceklere tavsiye olsun.

   İlk 100 km yavaş yavaş yükselen çıkış ve inişlerle dolu ve biz de buna uyumlu şekilde koşuyorduk. Gidişli gelişli araba yolunda koşmaya alışkın olduğumuzdan zorlanmıyorduk ama başka ülkelerden gelenler için şaşırtıcı olduğuna eminim.  CP'lerde değişik elektrolit içeçek, kola, meyva suyu vardı. Biz de mutlaka uğrayıp bir şeyler içip yiyorduk. Hatta bu sefer yanıma aldığım yiyeceklerin gereksiz ağırlık yaptığını bile düşünmüştüm. CP'lerin birinde karpuz bile yedik. Sıcakta çok güzel gemişti. 70 km civarı rafineleri geçip, deniz kenarında olan yolda  ve özellikle aşağıya eğim olan yerlerde hızlanmak, en azından oraları hızlı geçmek istiyordum. Bu arada denizi görüp de o kadar ısınmışken girmemek adama koyuyordu.  Yavaş yavaş 77.5 km, Corinth Canal'a yaklaşıyorduk. Hilmi burada bir foto alalım dedi. Durup bir iki foto çekip manzaranın az da olsa tadını çıkardık.

Fotoğraf Sparta Photography Club - Deniz kenarında koşup da sıcakta girip serinleyememek

   Hellas Can’e, CP22, 80. km'ye yaklaşırken sıcaktan ve muhtemelen hızlı koşmaktan yana yatmış şekilde koşan iki kişi gördük. Bazen ne kadar tuz ve mineral alsanız da buna engel olamıyorsunuz. Hellas Can büyük bir kontrol noktası ve burada Hilmi ayakkabıdan tişörte baştan aşağı kendini yenilerken, ben de tişörtümü değiştirip çorba içtim. Ne yazık ki bir türlü pilav veya makarna yiyemiyordum. Hilmi yulafını hazırladı. Bu sırada yanımızdan Aytuğ geçti. Onun pit stop'u kısa sürmüştü anlaşılan. Bizdeyse vazelinler sürüldü, jel kontrolü yapıldı, Osman ve Cenk'e teşekkür edilip yeniden yola koyuldu.  

Fotoğraf Sparta Photography Club - Sonunda Corinth kanalı ile güzel bir fotoğrafım var

 80-160 KM

86-87 km civarı Aytuğ'u ileride gördüm. Burada toprakla karışık hafif bir asfalt yoldan üzüm bağları arasından koşuyorduk. Bizi farketmediğini hissedince yetişip yanına gelince yine Avicii - Levels'ın "Oooo Sometimes I get a good feeling" kısmındaki oooo'yu bir anda bağırarak söyledim. Tabi büyük bir eşek şakası olmuştu. Aytuğ haliyle biraz bana saydırdı ama onu kendine getirdiğimi düşündüm. Biraz beraber takılıp sonra Hilmi ile devam ettik. Buralarda doğa çok güzeldi. 

CP 26, Ancient Corinth Meydanı, 92.5 km'ye kadar artık yol daha sakindi. Buradaki kontrol noktası küçük turistik bir meydanda ve merkeze giriş tarihi eserlerin arasında kıvrılarak oluyor. Burada turistler gelenleri izleyip bira içiyordu. Hemen Osman'dan aldığım ayranı içip, bira içenlere yarın akşam ben de içeceğim deyip ayrıldım. Koş bakalım dercesine acıklı bir gülümseme ile bana baktılar. 

Fotoğraf Sparta Photography Club - Ancient Corinth meydanından hemen sonra tarihi eserlerle 

Bir dahaki kontrol noktası, CP 29, Zeygolatio, köy meydanındaydı. "I like to move it move it" şarkısıni bağırarak Hilmi ile beraber Cenk ve Osman'ın yanına gittik. Buradaki zamana göre kafa feneri ve reflektörleri alacaktık ama aydınlık olduğundan vazgeçtik. Destekçiler olmasa bu noktadan itibaren bunları taşımak gerekir. CP'den ayrıldıktan bir süre sonra yanımıza İsveç'ten Ivan Bretan gelmişti. Ivan'a isminden dolayı Bulgar mısın? diye sordum ama anlaşılan zamanında büyükbabası oraya göçmüştü. İsveçli olmasına rağmen Avicii'yi bilip bilmediğini sorma gafletinde bulundum. Tabii ki de biliyordu ve biraz onun üzerine muhabbet ettik. 

İznik 140K yarışından bir önceki gün Avicii vefat etmiş ve tam uyumaya yakın haberi aldığımdan tarihi iyi hatırlıyordum. Ivan'a İsveç'in başkentinin çok güzel bisiklet yolları olduğunu ve oralarda koşmanın çok zevkli olduğundan bahsettim fakat Stockholm ismi üçüncü deneyişimde aklıma geldiği için hafiften rezil oldum. Ivan'a artık yarışın yorgunluğuna vermesini söyleyerek yavaşça Hilmi ile yanından uzaklaştık. Yarış sonrası Ivan'ın bitiremediğini öğrendim. Biraz daha koştuktan sonra ileride Dietmar Goebel'i yakaladım. Alman olduğunu öğrendiğim Dietmar, Ortapedi cerrahı ve eski jimnastikçiydi, üstüne dokuz kere Spartathlon'u bitirmişti.  Efsanesin yani diye konuşurken, ben ve Hilmi'ye asıl oğlunun efsane olduğundan bahsetti. 2016 yılında, oğlu 18 yaşındayken, yarışı ikisi beraber bitirmişlerdi. Oğlu için ne büyük bir macera oldu kimbilir.

Bir sonraki destekçi CP'si, Halkeon'a, kıvrımlı yollardan döne döne çıkarak gidecektik. Vadilerin içinden geçilen yollardan Soulinari'ye gelirken yokuşu çıkmadan önce çocuklar imza istiyordu. Hilmi imzalarken ben yukarıya doğru gidiyordum. Hilmi, çocukları bana kitledin sen de atsana imzanı deyince durup geri döndüm. Gerçekten dalıp gitmiştim. Yarış numaram, ad, soyad ve imzamı attım. İkinci çocuğa atarken nereli olduğumu tahmin et bakalım dedim. Senin favori ülken hatta dedim. Macar dedi, Polonya dedi ama tutturamadı. Ben de Turkey Turkey deyip koşmaya başlayınca çocuk da tabi bayağı şaşırdı. 100Km koştuktan sonra kafa güzel oluyor. 

Video Cenk Timuralp - Halkeon'a daha çok var 

Yarışta 100K'dan sonra yokuşlar başlıyor. 112 km, Halkeon'a geldiğimizde çorba istediğimizi  Osman'a söylemeyi unuttuğumu farkettim. Osman'dan sıcak olmasa da bize Yayla çorbaları açıp vermesini rica ettim. O sırada bir tur vazelinlenip, Hilmi ile kafa feneri ve reflektörleri aldık. Suunto saatimi şarj etmek için powerbank de aldım. Zaten tam hava karardığında gelmiştik. Burada da bir 7-8 dakika gitmiştir. Destekçi olan CP'lerde ne yazık ki böyle vakit kaybedebiliyorsunuz. Bunun muhabbetini yarıştan önce odada Hilmi ile yapmıştık. Hatta bu yüzden Hilmi destekçi olmadan daha hızlı ilerlendiğini düşündüğünü belirtmişti. Yarışta pozitif etkisi kadar vakit açısından negatif etkisi de olabilir. 

CP 35 (122K), Ancient Nemea'ya karanlıkta vardık. Kilisenin yanındaki bu kontrol noktasında sularımızı tazeleyip, Hilmi ile masadan birer sıcak çorba içtik. Yola çıktıktan sonra yokuşlardan birinde geçen sene tanıştığım, Slovenya'dan Marko Femc ile karşılaştık. Kendisine, daha üç hafta önce Iron Man Dünya Şampiyonası'ndaydın nasıl durumdasın dinlenebildin mi sence dedim. İyi durumda olduğundan ve yine yarışı bitirmek istediğinden bahsedip biraz muhabbet ettik. Yokuşlarda Marko, Hilmi ile benden daha iyi koşuyordu ve bizi geçti. (Yarıştan sonra Marko, onunla konuşmamın ona moral verdiğinden bahsedecekti.)

İleride Arjantin'den olduğu tişörtünden belli olan Gerardo Bruno ile karşılaştık. Ona da " Don't Cry For me Argentina" şarkısını söylerek yaklaştım. Kendisi İngilizce pek konuşamıyordu. Bunun üzerine " Don't Cry For me Gerardo, see you in Sparta" diyerek ayrıldım. O sırada dağlık bir yoldan ilerliyorduk. Geçen sene buralarda tuvaletimi yaptğımı hatırladım. Bu yoldan sonra da ağaçlık alan sabaha kadar yok gibiydi. Neredeyse 10 saat beklememek için burada bir mola vereyim dedim. Hilmi'ye git desem de, kendisi burada ben de dinlenirim o zaman dedi. Ben kaldırımdan atlayıp toprağa düşünce sağ olsun gelip kaldırdı. İstersen yardım edeyim dese de, kendi başıma, herhalde 150 derecelik bir açı ile tuvaletimi yapmayı denedim. Detayları güzel olmadığından, burada çok vakit kaybettiğimizden bahsedip geçeyim. Bir daha da tuvaletim gelmeden yarışta kendini zorlamanın alemi olmadığını öğrendim. Buradadan sonra yokuş aşağıların olduğu yerler de vardı ve buralarda Marko ile karşılaşıyorduk. Yokuşlarda o bizi, inişlerde ise biz onu geçiyorduk. Burada Hilmi'ye  Yianis Kuoros'un yaptığına benzer şekilde, inişlerde quad'larımı karşıma alacağımı ve onlara yorulmadıklarını anlatacağımı söyledim ve bastım. Hilmi ile ayrılıp yokuşlarda birleşiyorduk. Bu sayede herhalde bir 15 km sağlam bir şekilde koştuk.

Fotoğraf Cenk Timuralp - Malendreni'de yediğim ekmek parçası o kadar güzel gelmişti ki

 Artık 140. km'deki Malendreni istasyonuna gelmiştik. Burada Osman istasyondan bir çorba ve ekmek verdi. Ekmek 17 saat sonra katı yediğim tek şeydi. 24 saat yarışlarında ve bu yarışta da katı bir şeyler ya da durmadan jel yiyebilmek lazım ama ben henüz yeme konusunda başarılı değilim. En azından kusmadığım için şanslıyım. Sonraki CP 43, Lyrkeia, köyün içerisindeki bir sokakta 147. km'deydi. Buraya gelirken hırslanmak için yarışı yeneceğimizi, bitireceğimizi söyleyip kendimizi gaza getirmeye çalıştım. Lyrkeia'ya geldiğimizde Osman'ı göremedik. Biraz bağırdım ama Osman gelmeyince hemen masadan biraz patates cipsi ve izotonik içeçek alıp Hilmi ile devam ettik. 

Bu kontrol noktasından sonra artık gece yarısını çoktan geçmiş ve yarıştan önceki son iki günde çok az uyumanın etkisi ile uykum gelmeye başlamıştı. Geçen sene hiç böyle uykum gelmemişti. Hava hala sıcaktı ve tişörtleydim. Bu arada yarış araba yollarında geçtiği için müzik dinlemek yasak ve bu yüzden o kadar saat kendi düşünceleriniz ile baş başasınız. Yarışın uzunluğu ve zorluğu yüzünden kendimi bir anda varlığımı sorgularken buldum. Bu düşünceler içerisindeyken herhalde 1 saattir yan yana Hilmi ile beraber gittiğimizi fakat konuşmadığımızı farkedip kendisine bağırdım. Bir şeyler anlatsana Hilmi uyuyacağız neredeyse dedim. Hilmi ilk önce sen aslında tam olarak ne iş yapıyordun? Emekliliğe hak kazandın mı? gibi sorularla bizi kendimize getirdi. Artık 160. km'deki Mountain Base istasyonuna az kalmıştı. 

İstasyona gece saat 2.36 gibi girdiğimizde Osman bizi hemen kenara oturttu. Durmanın etkisi ile bir anda üşüme ve titreme geldi. Üzerime rüzgarlığımı almama rağmen devam edince korktum. Acaba devam edemeyecek miyim? Bu halde titreye titreye dağa çıkamam diye bir an aklımdan geçti.  Çünkü dağın tepesine doğru daha serin oluyordu. Bu sırada çorba içmek istedim fakat yine Osman'a söylemeyi unutmuştum. Sağ olsun Osman, vejetaryen olduğumu bildiği için istasyondakilere tavukları ayrı bir şekilde bana çorbayı vermelerini söyledi. Isınmak için içmek zorundaydım ve bu seferlik içeyim dedim. Çorbayı içtiğim gibi Hilmi ile devam ettik. Daha dağa tırmanmaya başladığımız gibi dik yokuş yüzünden ısınmış ve rüzgarlığı belime bağlamıştım. Bu sefer de Hilmi bizi çekiyordu. Kendisi öndekileri yara yara çıkıyor ben de arkasından hemen giderek bir daha bir daha insanları rahatsız etmek istemiyordum çünkü patika tek kişilikti. Tepeye vardığımızda Hilmi ile bir de fotoğraf çektik. 

Fotoğraf Sparta Photography Club - 161.8 km Mountain Top, kimsenin şöyle bir fotoğrafı yoktur eminim.

160-205KM 

Dağdan inişte taşlar bilye gibi kaydığı için dikkatli inmeye çalıştık. Aşağı inişi neden asfaltlamıyorlar burada ne güzel basıp ineriz diye saçma sapan konuşuyorduk.   İndiğimiz gibi artık 170. km'deki Nestani'yi düşünüyorduk. Buraya sabah 5'e doğru varacaktık. Artık Hilmi ile, ertesi gün normal bir yemek yiyip sonra rahat bir yatakta yatma hayalleri kurmaya başlamıştık. Yarış bizi öyle yıpratmıştı ki artık tek hayalimiz bu deyip güldük. Nestani'de geçen sene ayakta iki tane mantar çorbası içmiştim. Bu sene Osman otur rahat rahat iç deyince hemen sandalyeye oturdum. Yine titreme gelince belimdeki rüzgarlığı giydim ve çorbayı içip bir an önce yola çıkmak istedim.

  CP 57, 185. km'ye ise artık hava aydınlanırken girmiştik. Sabaha karşı biraz güneş ışığı bile insanın moralini yerine getiriyordu fakat bir sonraki destekçili CP60'a koşmakta zorlanıyorduk. İkimizin de bacakları taş gibiydi. Yarışta 160 km sonrası kontrol noktalarında azıcık bile dursanız sonrasında koşmaya başlamak çok zor oluyor. Buralarda artık yavaşladığımız için km'ler bir türlü bitmiyordu. Saate  bakıyordum ve normalde akıp giden 100 metre bile zor biter hale gelmişti. Geçen sene buraları Yunanistan'dan katılan Spiros ile beraber koşmuştuk. Kendisi ikinci kez bitirirse bir daha katılmayacağını söylemişti fakat bu sene de yarıştaydı. Spiros bu sene daha da hızlanmış ve 3`54 pace ile yarı maraton koşmuştu (Yarıştan sonra Sparta'da karşılaştığımda yarışı bıraktığını ögrendim).

CP60'a geldiğimizde bende pişik belirtileri başladığı için Osman'ı da göremeyince istasyonun pişik kremini kullandım. Sonrasında çorba içip çıkarken Osman'da geldi. Başka bir ihtiyacımızın olmadığını söylerek yola devam ettik. 199. km'den sonra 5.5 km boyunca yavaş yavaş yükselen bir yolda gidiyorsunuz ve çok yıpratıcı oluyor. Geçen seneki gibi yine buraya güneş tepeye çıkmadan gelmediğim için şanslıydım. Hilmi ile yavaş yavaş ilerlerken yanımızdan hafif koşu temposu ile bir Japon geçti. Adamın kalfleri dikkat çekici şekilde kaslıydı. Bu sayede yokuşları böyle çıkabiliyor herhalde diye konuştuk. Artık cehennem sıcakları başlamıştı. Neredeyse her kontrol noktasında durup yeniden kafamıza ve kolluklarımıza buz alıyorduk. 

  Fotoğraf Cenk Timuralp - Osman, Hilmi ile benim kolluklara buz koyarken. İstasyonlarda da buz var.
 

205 km ve 217 km arası yarışta inişli çıkışlı bir yoldan koşuyorsunuz. Geçen seneki gibi yine burada yol yukarı doğru mu eğimli yoksa aşağıya doğru mu eğimli anlayamaz hale gelmiştim. Durmadan Hilmi'yle burası yokuş aşağı ise basmaya çalışalım değilse yukarıya hızlıca yürüyelim diye tartışır hale geldik. Bir yandan da Sparta'daki son 500 metreye, ayrı ayrı bayraklar yerine, benim getirdiğim büyük bayrakla ve beraber girmeye karar verdik. Süre olaraksa 32:30'da bitirmeyi hedef belirledik. Süreyi tutturmak için Hilmi CP'de durup üstüne Türkiye Spartathlon takım tişörtünü giymeyecek, CP'den hemen benim torbadaki bayrağı alıp devam edecektik. Peki Leonidas'ın ayağına ilk kim dokunsun dediğimdeyse, Hilmi sen yarışta bizi daha çok çektin, sen dokun zaten aynı sırada bitireceğiz dedi. Destekçilere izin verilen kontrol noktalarında oğlum Cenk'i ve Osman'ı görmek iyi moral oluyordu. Cenk süper baba süper, bravo bravo diyerek bizi koşu moduna sokuyordu. 210. km'deki CP'65'te Cenk ayran ve buzlar hazır deyip bizi köşeye aldı. Eker ayranı boşuna taşımamıştık. Birer ayran içip, buzlanıp artık en sevdiğim kontrol noktası olan CP 72'i hedefimize aldık. 

Hilmi ile yine normal bir yemek ve yatak hayalleri kuruyorduk. Yarıştan sonraki günkü yapılacak "beer mile" yani her tura başlamadan önce bir bira içip 4 tur koştuğunuz yarışa da katılmak konusunda sözleştik. Artık Sparta'nın kokusunu almıştık. Her ne kadar 36 km kalmış olsa da moralimiz iyi durumdaydı. Artık yokuş aşağıları inerken, gece boyunca quadlara abanmam yüzünden bacaklarım ağrıyordu ve istediğim hızda inemiyordum. Hilmi ile beraber kendimizi 32 saat 30 dakika için zorlamaya başlamıştık. En azından ikimiz de en iyi derecemizi yapalım diyorduk. 27-28 saatleri bu sene de hedefleyemediğimize göre en iyi bunu yapalım deyip kendimizi çoşturuyorduk. Bu arada durmadan çiş molası vermek durumdaydık. Bu böbreklerimizin çalıştığının göstergesi olduğundan vakit kaybetsek de çalı kenarlarında durup hallediyorduk. 

Fotoğraf Cenk Timuralp - Hilmi ile hep şöyle bir fotoğrafımız olsun istemiştik dermişim
 

CP 72, 234. km Shell İstasyonu benim için özel yere sahip. Aykut'a destek olduğum zamanlarda o buraya geldiğinde yarışı bitireceğine artık kesin gözüyle baktığım için benim için de bundan sonrası bitiş demekti. Fakat kalan 12 km'de bile halen Hilmi ile birbirimizi çekiyorduk. Kendimizi zorlamasak yürüyerek de bitirecek vaktimiz vardı ama ağrılarımıza meydan okuyorduk. CP 74, 242. km'de, bayrağımı aldık. Biraz sonra Sparta'ya girmiş ve balkonlardan, kaldırımlardan, kafelerden gelen alkışlarla ile koşuyorduk. Son 500 metreye geldiğimizde ise Hilmi ile bayrağımızı açtık ve beraber Leonidas'ın heykeline doğru gitmeye başladık. Bayrağı açmamızla beraber alkış daha da artmıştı. Cenk bizimle beraber koşup video çekiyordu. Leonidas'a geldiğimde önce ben sonra Hilmi heykele dokunarak yarışı bitirmiştik. Resmi sürem 32 saat 35 dakika. Yazmadan geçmeyeyim Spartathlon'un son 500 metresi herkesi özel hissettiriyor. Çünkü yarışı birinci bitirirmişçesine bir çoşku ve ödül alırken de kürsüdeymişcesine belli bir düzende yapılan seremoni ile karşılanıyorsunuz.

Bu yarışı üst üste ikinci kez bitirmenin ne zor olduğunu yaşayarak öğrenmiştim. Belki bir sene ya da iki sene atlayarak yarışa katılmak size bazı şeyleri unutturabilirdi ama iki sene üst üste koşunca, bilinçaltı, kontrol noktaları arası zaman zorluğunu, uzunluğunu ve sıcağını hatırladıkça sizi yarışta aşağıya çekiyor. Bu yüzden yarışta kendinizle daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Bundan dolayıdır ki artık yarışı üst üste bitirenlere saygım çok daha fazla arttı ve bence bitirenler de bundan dolayı bir daha gelip kendilerini burada test ediyorlar. 28 saatin altında bitirsen bile yarış yine seni pes ettirmeye çalışıyor. Sen de bu sınavı geçip geçemeyeceğini merak ettiğin için katılıyorsun. Ayrıca yarışın gerçek ve tarihi bir hikayesinin olması, yarışın öncesi ve sonrasındaki milli takım havası da bu yarışa insanların birden fazla katılmalarını sağlıyor. Tabi Spartathlon gibi uzun bir yarıştan sonraki rahatlama ve başarma duygusunun payı çok büyük.  


Spartathlon bitiş videosu - 3.53.02'de ben ve Hilmi heykele koşuyoruz 

 Yarış Sonrası

Yarış sonrası yine o kadar vazeline rağmen pişik oldum fakat bu sefer dudaklarıma Hilmi'nin kremini sürdüğümden yara olmadı. Ayaklar yine davul gibi şişti, tırnaklar yine gitti, quadlar ve kalfler başta olmak üzere her yerim ağrıyordu. Tabi o güzel yarış ağrıları ile uyumayı herkese tavsiye ediyorum.

Ertesi gün Leonidas heykelinin arkasındaki koşu pistindeki Spartan Mile’a katıldık. Spartan Mile sonrası bu sene ilk kez "Beer Mile" da olacaktı. Spartan Mile'da yarışa katılanlar kurallara göre yine çıplak ayakla ve iç çamaşırlarla koştu. Bu sefer ilk kez ödül de verildi. Sonrasında ise, kendi biranızı getirdiğiniz ve her turun başında bir birayı içip bitirdiğinizi kafanıza doğru döndürüp gösterdiğiniz Beer Mile yarışına Hilmi ile katıldık. "Ah ah" koşarken bunun bile hayalini kurmuştuk. Her turdan önce bir kutu bira içip dört tur attık. Buna az kişi katıldı ama Hilmi neredeyse hiç koşmamışçasına biraları içip koştu ve neredeyse birinci oluyordu. Bense hayatımda ilk kez bira içerken bu kadar zorlandım. 

Fotoğraf Cenk Timuralp - Beer Mile başlangıcı

Sonrasında tüm Türkiye takımı olarak Leonidas heykeli önünde toplu hatıra fotoğrafı çektirdik. Öğlen Sparta Belediye Başkanı'nın koşucuların onuruna verdiği öğle yemeğine katıldık. Akşam Atinaya döndüğümüzde odama yarışta geceleyin sataştığım Arjantinli Gerardo Bruno geldi. Bir şekilde odamı öğrenmişti. El kol işaretleri ile takım tişörtlerini değiştirmek istediğini anlattı. Ben ona Türk Spartathlon takım tişörtünü verirken o da bana yarışta koştuğu Arjantin Spartathlon tişörtünü hediye etti. Çok güzel bir hediye almıştım.

Fotoğraf Sparta Photography Club - Türkiye 2023 Spartathlon takımı
 

 Ertesi günün gecesi Atina'da yemekli resmi ödül törenine katıldık. Yarışta tanıştığım yeni ve eski arkadaşlarla fotoğraflar çektirdik. Deniz kenarında olan sahnede sertifika ve madalyalarımızı aldık. Türk takımı olarak o sahnede yer almak paha biçilmez bir duyguydu. 

İkinci kez yarışı bitirdikten sonra ertesi sene kesin katılırım diyemedim. Hatta katılmam, bu manyaklık resmen dedim. İlk kez yarışa katılmak ile hemen ertesi sene bir daha katılmak arasında büyük farklar vardı. İlk fark, yarışı koştuğunuz için zorlandığınız anda, ya ben zaten bir kez bitirdim, neden koşayım deyip, kendinizi kandırıp yarışı bırakabilirsiniz. İkinci fark ise, yarışın ne kadar uzun olduğunu ve yüksek sıcaklık altında koşacağınızı bilmeniz ve istasyonlar arası olan zaman sınırlarına takılma ihtimalinizin ufak bir sorunda gerçekleşecek olmasıydı. Asfalt üzerinde 36 saat boyunca aynı yerlere darbe alıp sakatlanma ihtimalinizi bir yere koysanız da bunlar bile Spartathlon'u en zor ultramarathon olarak nitelendirtiyordu. Zaten katılanların genelde yarısı bitiriyordu ve siz de bu grup arasında pekala olabileceğinizi biliyorsunuz. Normalde bilinmezlik insanı korkuturken bu sefer bildiklerinizden korkar hale geliyorsunuz ve seneye de kesin gelmek isterim diyemiyorsunuz.  

Burada kendime hatırlatmam gereken Spartathlon'daki gibi yoğun duygular her yarışta olmuyor çünkü Spartathlon'a hazırlanma süreci de uzun ve çok fedakarlık gerektiriyor. Hazırlık süresince türlü şeylerden feragat ediyorsunuz. Tabi bundan dolayı da başarmanın üzerinizdeki etkisi büyük ve uzun süre oluyor. 

Fotoğraf Sparta Photography Club - Ödül töreninde bu sene unutmayıp Türk bayrağımızı açabildik.   

Bu yarışa bir daha katılabilecek miyim bilmiyorum ama yine katılmak istediğim kesin. Yarış hazırlıklarında beni her zaman destekleyen eşim Selen ve yarışta bana destek olan oğlum Cenk’e yine ayrı bir teşekkür ediyorum. Annem, babam kardeşlerim de pozitif mesajlarıyla destek oldular. Rotafilo yine tisört ve bandana sponsorumuz olarak, WUP beslenme sponsorumuz olarak bu gurura ortak oldu. Aykut yine her soruma cevap verdi. Süpriz şekilde destekçim olan Osman kararlı duruşu ve pozitif mesajları ile yarışta hep yanımdaydı ve Hilmi ile bize süper bir destek sağladı. Osman 38 saat ayakta kalarak kendini test etmiş olabilir ve en büyük teşekkürü hakediyor Cenk ile beraber. Yine yarıştan önce tüm "başarılar" dileklerini ileten arkadaşlarım ve tanıdıklarıma ayrıca teşekkür ederim. Yarış organizatorlerinin Türk Takımına özen göstermesini de hiç  unutmayacağım. Destekçilerimiz de dahil takım olarak yediğimiz yemeklerde ve otelde ettiğimiz muhabbetleri eminim hepimiz özleyeceğiz. Çok güzel bir takım ruhu yaşadık hem yarış öncesi hem de sonrası. 

 Spartathlon'a bu sene katılma şansım olursa yarış içinde daha iyi beslenmem ve kendimi daha fazla zorlamam gerektiğini biliyorum. Ama yarışa hazırlanma süreci uzun olduğundan kaliteli uyku ve  kaliteli antrenman daha da önemli. Kuvvet antrenmanlarını da ihmal etmeden hazırlanabilirsem belki en iyi derecemi yapabilirim. Ama bunlar olmasa da Schopenhauer'a göre "Doruk noktası neşe olan tam sağlığın o yüksek derecesini korumak için yapılacaklardan biri de her gün en az iki saat açık havada hızlı hızlı hareket etmektir." ki bu cümle zaten koşmak için en önemli nedenlerimden biri. Bundan dolayı herkesin sağlığı el verdiğince koşmasını veya hızlı hızlı hareket etmesini diliyorum.

Spartathlon Yarışının Strava Linki


 

Yarış bitişi acılar içinde shuffling yaparken 


Yarışta tanıştığım Dietmar Goebel ile, ben ve Aykut.


Geçen seneki  yarışta tanıştığım Marko Femc ile bu sene de koşabildik. 

 

Yarışta yokuşları koşan, kalfleri ne öyle ya dediğimiz Japon Minoru Onozuka ile. 


Amerikalı Bob Hearn'ün dağıttı Spartan Mile davetiyesi
 
Koşarken çektiğim tek fotoğraf Hilmi ile




Spartathlon 2023 Yarış Raporu - İkincisi neden daha zor?

          Fotoğraf Osman Erkan - Leonidas'ın heykeli ve ikinci kez Spartathlon'un bitişi.   Geçen sene ilk kez Spartathlon'u bit...